22 Şubat 2025

Hasanbeyli Haber Sitesi

Eğitim, Sağlık, Ekonomi, Teknoloji Haber Sitesi

Ekokırım: Mevzuatın olmaması değil, uygulanmaması sorun

Ekokırımla ilgili Türkiye'de var olan mevzuatın olması gerektiği gibi uygulanmadığını belirten uzmanlar, sanayi yararına kararlar alınarak çevre tahribatının görmezden gelindiğine dikkat çekti.

Çevreye karşı işlenen büyük ölçekli suçları tanımlamak için kullanılan ekokırımın bir suç olarak düzenlenmesi konusundaki tartışmalar devam ediyor. Maden kazaları ve deniz kirliliğinin sık sık haber konusu olduğu Türkiye’de de ekokırımla ilgili yasa teklifleri gündemdeki yerini koruyor.

Türkiye’de ekokırımın bir suç olarak düzenlenmek istenmesinin ardındaki mücadele nedir? Ekokırımın bir suç olarak tanımlanması neden önemli?

2019 yılında Lahey’de düzenlenen UCM Taraf Devletler Kurulu’nda yer alan Avukat Özlem Altıparmak, ‘’İklim müzakerelerinde bir türlü yol alınamıyor ve özellikle az gelmiş ülkeler iklim değişikliğinin ve çevresel tahribatların sonuçlarını afetler olarak yaşamaya başladı. Tüm bu girişimlerin ardında ‘Dünya artık yaşanamaz bir halde, altıncı yok oluşa doğru gidiyoruz. Öyle bir şey yapalım ki devletler bu konuda adım atmak zorunda kalsın’ düşüncesi var. Bu konuda uluslararası çalışma grubu oluşturuldu, ekokırım suçunun bir tanımı yapıldı ve kampanyalar başlatıldı. Ancak halen küresel düzeyde tüm devletleri bağlayıcı bir ekokırım suç tanımı kabul edilmiş değil’’ diyerek ekokırım yasasının çıkarılması noktasında gelinen noktayı özetledi.

Ekokırımın küresel düzeyde bir suç olarak tanınmasının geniş çaplı ve ağır ihlallere yol açan çevresel tahribatların cezasız kalmaması açısından önemli olduğunu ifade eden Altıparmak, ‘’Bir suçun caydırıcılığı, o eylemin suç olarak tanınmasına ve eylem sonucunda bir yaptırım belirlenmesine bağlıdır. Ekokırım tıpkı soykırım gibi bir utanç suçu olarak düzenlenmek isteniyor. Hiçbir devlet ve şirket bu suçla anılmak istememeli ve suçun caydırıcılığı tam da bu noktada yatıyor. Yoksa her basit eylem veya çevre kirliliğine ekokırım demek onu utanç suçu olmaktan çıkarmaya hizmet eder ve tam ters etki yaratır’’ dedi.

Avukat Özlem Altıparmak

MEVZUATIN OLMAMASI DEĞİL, UYGULANMAMASI SORUN

Ekokırımın bir suç olarak kabul edilmesinin çevre talanını durdurmaya tek başına yeterli olmadığını belirten Altıparmak sözlerine şu şekilde devam etti:

‘’Özellikle de bizim gibi ülkelerde sorun çoğu zaman mevzuatın olmaması değil, uygulanmamasıdır. Hukuk kuralı vardır ancak, o kuralın uygulanması denetlenmez. Kuralı koymak kadar o kurala aykırı hareket edenlerin de yasa önünde hesap verir bir duruma getirilmesi lazım. Aksi durumda yeni bir cezasızlık alanı daha açılmış olur. Dünyada ekokırımı kendi ulusal yasalarında tanıyan ülkelere baktığımızda Rusya, Kazakistan, Gürcistan, Kırgızistan gibi ülkeleri görüyoruz. Bu ülkelerden Rusya, BM Genel Kurulu’nda çevre hakkının bir insan hakkı olarak tanınmasına olumlu oy vermemiş bir ülkedir. Bugüne kadar bu ülkelerde ekokırım suçundan cezalandırılan bir kişiyi siz duydunuz mu? Sadece bir suçun yasaya girmesi yeterli değil. O suçu işler kılmak ve suç faillerini cezasız bırakmamak önemli. Ben bu nedenle her eyleme ekokırım dememek, ekokırımın içini boşaltmaya sebep olacak söylemlere karşı durmak ve ekokırımın etik boyutunu önemseyerek tartışmaları yürütmek gerek diye düşünüyorum.’’

Altıparmak, Türkiye’de yasal düzenlemelerin olduğunu ancak doğayı ve çevre hakkını önceliklemek yerine kalkınmacı bir anlayışla uygulandığını söyledi:

‘’İdare hukukunda veya ceza kanununda doğayı koruyan hiçbir düzenleme yok diyemeyiz. Ancak koruma altındaki bir alana yapılacak bir enerji santraline veya maden projesine, enerji arzı veya ekonomik kalkınma önceliklidir denilerek izin verilebiliyor. O izni dava ettiğinizde ise mahkemeler çevre hakkını değil, enerji meselesini kamu yararı olarak görüyor ve doğayı tahrip edeceği açık olan projeyi iptal etmiyor. Halbuki geldiğimiz noktada su kaynakları, tarım, türler ve ekosistemler can çekişmekte. O nedenle ben mevzuatın aslında yeterli olduğunu ve yasaların gerçek anlamda kamunun yani halkın yararını önceleyerek uygulanması durumunda pek çok sorunun çözüleceğini düşünüyorum. Ancak çevresel bilgiye erişemediğiniz, çevresel kararlara katılamadığınız ve çevresel adaletsizlik üreten bir sistemin içindeyiz. Bu sistem de küresel bir sistem. Ekokırımın suç haline getirilmesi küresel boyutu olması sebebiyle de önemli. Sadece çevre için değil, deprem için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yapı denetimine ilişkin mevzuatı uygulamazsanız istediğiniz kadar yeni yasa çıkarın. Cezasızlık ve denetimsizlik devam ettiği sürece her depremde aynı afeti yaşamaya devam ederiz. Bu nedenle ekokırım suçuna dair kampanyalara ve çalışmalara etik boyut, cezasızlıkla mücadele ve çevresel adalet tartışmaları eşlik ettiği sürece çok daha geliştirici ve sonuç alıcı olacaktır diye düşünüyorum’’

‘’DOĞAYA KARŞI SAVAŞ HALİNDEYİZ, KAZANDIĞIMIZDA KAYBETMİŞ OLACAĞIZ’’

Ekokırım Yasası Yurttaş İnisiyatifi Üyesi İlksen Dinçer Baş da ekokırımın suç sayılması için verdikleri mücadeleyi anlattı. ‘’Yeryüzünde insan türünün ve yaşamın sağlıklı bir biçimde devam etmesini sağlayan 9 kritik eşik var, bu eşiklerin 7’sini ihlal etmiş durumdayız’’ diyen Baş şunları söyledi:

‘’Ekokırımın, yani doğaya kasten, ağır, büyük ölçekte ve geri döndürülemez zarar verilmesinin bir suç olarak kabul edilmesi gerekliliği, 1972 Stockholm Konferansından bu yana, fiilen, dünyanın gündeminde. Doğanın ve onun bir parçası olan insanın, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına karşı, yine insan tarafından ve şirketler eliyle doğal varlıklar kırıma uğruyor. Hubert Reeves’in ünlü ifadesinde belirttiği gibi ‘Doğa ile savaş halindeyiz. Kazandığımız anda, her şeyimizi kaybetmiş olacağız’. Her ne kadar bu bakış açısı artık günümüzde kabul gören bir farkındalık olarak belirse de ‘ekonomik büyüme’ gibi ‘tek odaklı’, ‘yanıltıcı’ ve ‘hepimizi esir alan’ bir bakış açısına hem zihnen hem de hukuken yenilmiş durumdayız.”

Ekokırım Yasası Yurttaş İnisiyatifi Üyesi İlksen Dinçer Baş

Baş, 29 bin ıslak imza ile TBMM’ye sunulan ekokırım yasa teklifiyle ilgili ise şunları söyledi:

‘’Bütün bir ekosistemde kısa vadede telafisi mümkün olmayacak zarara yol açma tehlikesi doğuran kişiye ceza verilmesi önerimizdir. Yani, doğaya ağır tahribatta bulunma riskinin suç olarak kabul edilmesi, bu yasa teklifinin kalbi niteliğindedir. Suç gerçekleştikten sonra, suçluyu cezalandırmak, mağdur olan insanın ve doğanın yaşamsal haklarını geri getirmekten aciz olduğu için, altına imzasını atarak bu suça onay veren , özen yükümlülüğünü bilerek yerine getirmeyen sorumlu kişilerin konuyu hafife alamayacağı bir hapis cezası önerdik ki bunun seviyesi elbette tartışmaya açıktır. Ayrıca, böylesi ağır tahribatlara yol açan şirketlerin ciddi bir maddi kayıpla ve kamuoyu önünde itibarlarının zedelenmesi sonucuyla karşılaşması gibi ‘caydırıcılığı yüksek’ maddeler de teklifimizde yer aldı’.’

Bu yasanın, iç hukukta yer alması ve özenle uygulanması halinde, şirketler tarafından oluşturulan, ağır doğa ve çevre kırımının henüz gerçekleşmeden önüne geçilmesinin mümkün olacağını belirten Baş, ’’Bu sayede, şirketler, mühendislerinin, finans uzmanlarının ve hukukçularının bilgi ve becerilerini kullandıkları iş tanımlarında, doğal varlıkları ve onun parçası olan insanın da dikkate almasını isteyecekler ve böylece türümüzün mevcut değerli insan kaynağı, yaşamı yok etmek için değil, bu defa yaşamın devamı için çözümler üretebilecek hukuki bir sistemde mesleğini icra edebilecek’’ dedi.

TBMM’YE SUNULAN DİLEKÇEDEN SONUÇ ALAMADILAR

Ekokırım Yasası Yurttaş İnisiyatifi, ekokırım yasa teklifi için TBMM Dilekçe Komisyonu’na sundukları imzalardan sonuç alınamayınca Ankara 4. İdare Mahkemesi’nde dava açıldı. Ancak dava mahkeme tarafından “usule uygun olmadığı” gerekçesiyle reddedildi. Baş, davayı bir üst mahkemeye taşımak için avukatların hazırlıkları tamamladığını ifade etti.

Mevcut talepleri için siyasi partilerle görüşme sağlandıklarını belirten Baş, ‘’28 Kasım 2023 tarihinde ve sonra, İliç Altın Madeni’nde gerçekleşen ve ekokırım tanımının tüm unsurlarıyla gerçekleştiği suç mahallini görüşmek için, çok sayıda olmasa da defalarca TBMM’ye gittik. Ziyaretlerimizde randevu alabildiğimiz tüm partilerle, görüşleri ne olursa olsun, ayırt etmeksizin, görüştük ve bunları sosyal medyamızda paylaştık. Bize olumsuz yaklaşan tek bir parti dahi olmadı. Genel olarak, Türkiye’nin sorunlarına boğulmuş haldeki vekillerin, teklifimizi ve meclisin ortak çalışma imkanlarını, olması gereken ama yine de uzak bir ihtimal, bir hayal gibi gördüğünü ifade etmeliyim’’ dedi.

‘MEVZUATLAR, SANAYİ KARLILIĞI YARARINA DEĞİŞEBİLİYOR’

Mevcut yasaların yeterli olmadığını ifade eden Baş, Evet doğaya kasten zarar veren kişilerin cezalandırılmasını emreden bir 181. Maddemiz var (Çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır) ancak bu maddenin uygulanmasında, suçun ispatını sağlamak için dönülüp bakılan yer mevzuat. Mevzuatlar ise sürekli, sanayicinin yararına değiştiriliyor. Bugün, ırmaklara bırakılan kirliliğin, kirlilik sayılabilmesi için verilen değer, ertesi gün , bir kararname ile sanayinin karlılığı yararına ve doğal yaşamın zararına değişebiliyor, dolayısıyla suç unsuru ortadan kalkıyor, kağıt üstünde yasal ve usulüne uygunmuş gibi davranılıyor. Hatta artık son yıllarda, “kamu yararı” ibaresi altında, aslında tamamen kamu zararına bir mantıkla sürdürülen hukuksuzluklara, ormanların, su varlıklarının ve havanın kirletilmesi, tahrip edilmesi karşısında akıl almaz cezasızlıklara da hep birlikte şahit oluyoruz’’ dedi.

‘TÜRKİYE’DEKİ EKOKIRIM ÖRNEKLERİ’

Türkiye’deki ekokırım örneklerini sıralayan Baş sözlerine şu şekilde devam etti:

‘’Türkiye’deki ekokırım suç mahalli dendiğinde tanımın tüm unsurlarını kapsayan ve ilk akla gelenler Marmara Denizi ve İliç-Çöpler altın madenidir. Ölçek ve yarattığı geri döndürülemez ağır tahribat açısından bakıldığında, hemen Marmara Denizi’ni ve İliç-Çöpler altın madenini söyleyebiliriz. Marmara Denizi’nde gerçekleşen çok yaygın ve geniş ölçekte müsilaj patlaması, 1989 yılında gerçekleşen ilk çok yaygın ve çok sayıda balık ölümlerinin gerçekleştiği tarihten bu yana, sürekli alarm veren ama suyun altında olduğu için görülmeyen bir olguydu. Nihayet 2021 yılında, müsilajın su yüzeyini kaplamasıyla görünür olan bu ağır ekolojik yıkım artık herkesin gözle görebildiği bir hal aldı. Mayıs 2022’de, Marmara Yaşasın Grubu olarak ve İklim Adaleti Koalisyonu ile birlikte, dört gün boyunca tüm kıyılarda yerel örgütlerle buluşarak ‘Marmara bir Ekokırım Suç Mahallidir’ vurgusunu toplumsalda yükselttik. Yasa teklifine giden sürecin ilk kilometre taşı, Marmara’da yaşanan ve sonuçları bilindiği halde on yıllardır devam eden bu ekolojik yıkım karşısında sessiz kalamamamız idi. Ekokırımın tehlike suçu olarak değerlendirilmesi gerektiği örneği ise Kazdağları Halilağa altın ve bakır madeni örneğinden verebiliriz. Yargı yürütmeyi durdurma kararı aldığı halde, 1 milyon ağaç kesilmiştir ve maden işletmesi faaliyetlerine devam etmektedir. Avrupa’da Alp Dağlarında 1 milyon ağacın kesilmesini talep eden bir maden şirketi çıksa, bu teklifi getiren kişinin akıl sağlığından şüphe edilirdi.”

EKOKIRIM YASASI VE ÜLKELER

Avrupa Birliği’ndeki 27 ülke, Çevre Suçları Yönetmeliğini bu yeni tanıma göre şekillendirdi ve yasa yapma ve uygulama süreçlerini etkinleştirdi. Meksika, İtalya, Hollanda, İngiltere, İskoçya, Brezilya ve İspanya’da teklif görüşülmüyor. 90’lı yıllardan bugüne, yasalarına ekokırımı suç olarak dahil eden ülkeler, Ekvator, Vietnam, Özbekistan, Fransa, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Gürcistan, Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova, Ermenistan, Şili ve Belçika oldu. Belçika, 2021 yılından itibaren ekokırımın suç olarak tanımlanmasında Avrupa’da öncülük ediyor. Azerbaycan ise, COP29 zirvesine ev sahipliği ettiği 2024 yılında ekokırım yasasını iç hukukuna dahil etmişti.